Aile hekimliğinde Merkezi Hekim Randevu Sistemi (MHRS) uygulamasıyla ilgili son yayımlanan yönerge, ilk bakışta hasta erişimini kolaylaştırma amacı taşıyor gibi görünse de, uygulamanın aile hekimliği disiplininin özüne, sistemin yapısına, işleyişine ve yürürlükteki mevzuata uygun olmadığı açıktır.
Bu düzenleme, aile hekimliğini yalnızca randevu üzerinden çalışan bir poliklinik hizmetine indirgemekte; sistemin temel dayanağı olan koruyucu sağlık hizmetlerini ikinci plana itmektedir.
Aile hekimlerinin mesai saatlerinin önemli bir bölümü yalnızca muayene hizmetine değil; aksine büyük kısmı aşılama, gebe–bebek–çocuk izlemleri, kronik hastalık takibi, hasta eğitimi gibi koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılmalıdır.
Ayrıca unutulmamalıdır ki her ne kadar kamu hizmeti olsa da, ASM’lerin günlük işleyişinin sürdürülmesi veri kaydı, evrak düzenleme, teknik ve idari gerekliliklerin yerine getirilmesi gibi çok sayıda işlemi gerektirir.
Bunun yanında sahada sıkça karşılaşılan tadilat, lojistik ve teknik aksaklıkların çözümü de çoğu zaman hekimlerin omuzlarındadır.
Her ay onlarca farklı evrak, rapor ve formun hazırlanması, idari yazışmaların yapılması da ciddi zaman kaybına yol açmaktadır.
Bütün bu görevler mesai saatleri içinde yürütülmekteyken, aynı saatlerin tamamının MHRS randevularına ayrılması; uygulamada imkânsız, mevzuata aykırı ve hekim ile hastayı karşı karşıya getirme potansiyeli taşıyan bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, hali hazırda en büyük sorunlarımızdan biri olan sağlıkta şiddeti de körükleyecektir.
Randevu sistemiyle mesainin tamamının kapatılması, hizmet sunumunu randevu alacak hastanın talebine bağlı bir yapıya dönüştürmekte; bu durumda koruyucu hizmetlerin mi yoksa poliklinik hizmetinin mi önceliklendirileceği belirsiz hale gelmektedir. Bu belirsizlik, koruyucu sağlık hizmetlerini aksatacak ve toplum sağlığını ciddi biçimde tehlikeye atacaktır.
Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği’nin 10. maddesi bu konuda son derece açıktır:
“Aile hekimi, haftalık çalışma planını kendisi yapar.”
Bu hükme göre aile hekimi, çalışma bölgesinin dinamiklerine, nüfus yapısına ve hizmet yüküne göre kendi planlamasını yapma yetkisine sahiptir.
Plan; yalnızca poliklinik hizmetlerini değil, koruyucu ve idari hizmetlerin yürütülmesini, eğitim faaliyetlerini ve esnek mesaileri de kapsamak zorundadır.
Dolayısıyla, aile hekiminin bu yetkisinin idari talimatlarla ortadan kaldırılması veya fiilen kısıtlanması hukuken mümkün değildir.
İdarenin, kendi çıkardığı mevzuatlara aykırı işlem tesis etmemesi, hukukun ve idarenin temel ilkelerindendir.
ANKAHED olarak, MHRS sisteminin hasta erişimini kolaylaştırıcı bir araç olabileceğini kabul etmekle birlikte, mesai saatlerinin tamamına poliklinik randevusu dayatılmasının sahadaki koruyucu sağlık hizmetlerini fiilen imkânsızlaştıracağını ve aile hekimliğini asli görevinden uzaklaştıracağını vurguluyoruz.
Unutulmamalıdır ki, aile hekimliği sistemine geçişle birlikte Türkiye’de koruyucu sağlık hizmetlerinde büyük bir ilerleme kaydedilmiştir.
Ülkemiz, bu sayede OECD ülkeleri düzeyinde aşılama oranlarına ulaşmış, anne–bebek ölüm oranlarında ciddi düşüşler sağlamış, erken tanı oranlarını artırarak birçok kronik hastalığın ve kanserin erken evrede yakalanmasını mümkün kılmıştır.
Bugün Türkiye’de yapılan muayenelerin yaklaşık yarısı birinci basamak sağlık kuruluşlarında, yani ASM’lerde gerçekleşmektedir.
Birinci basamak bu kadar büyük bir yükü başarıyla taşırken, aile hekimlerinden daha ne istenmektedir?
Aile hekimi, kendi mesaisi içerisinde koruyucu hizmetler, poliklinik hizmetleri, randevulu ya da randevusuz çalışma gibi iş planını; kayıtlı bulunan nüfusuna göre belirlemekte ve hizmet sunduğu vatandaşlara en uygun, en faydalı şekilde planlamakta özgürdür.
Hekimin mesaisini planlamasına müdahale edilmesi, tüm gün poliklinik hizmeti dayatılması doktorun reçetesine karışmaktan farksızdır.
Bu durum kabul edilemez; derhal bu hatadan vazgeçilmelidir.
Aile hekimliği sistemi, koruyucu sağlık hizmetleriyle güçlüdür.
“Senin için, seninle ANKAHED”